Diyarbakır’da yaşanan bir trajedi, Narin Güran’ın kaybolduktan 19 gün sonra Eğertutmaz Deresi’nde cansız bedeninin bulunmasıyla sonuçlandı. Bu olay, geniş bir yankı uyandırdı ve toplumda derin bir üzüntüye neden oldu. Narin Güran davasında karar, 28 Aralık 2023 tarihinde duyuruldu ve bu karar, kamuoyunun dikkatini bir kez daha bu korkunç olaya çekti. Mahkeme, Narin Güran’ın cesedini taşıyan sanık Nevzat Bahtiyar’a 4 yıl 6 ay hapis cezası verdi.
Aynı davada, Narin Güran’ın yakınları olan tutuklu sanıklar, anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran ve amca Salim Güran, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılandı. Bu durum, aile içindeki karmaşık ilişkilerin ve cinayet soruşturmasının derinliğini gözler önüne serdi. Nevzat Bahtiyar, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçundan mahkum edildi. Bu cümleler, yalnızca bir cinayet davasının yargılama sürecini değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet, aile dinamikleri ve insan ilişkileri üzerine soruları gündeme getirdi.
Davanın son duruşmasında, sanıkların savunma avukatları Adnan Ataş ve Ali Eryılmaz, müvekkillerinin tahliyesi için Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesine göndermek üzere tahliye taleplerini içeren bir dilekçe sundular. Bu talep, mahkemenin kararlarının hangi saiklerle alındığına dair şüpheler yaratırken, savunma açısından da hukuki sürecin devam ettiğini gösterdi.
28 Aralık 2023’te verilen karar, Narin Güran davasında bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçti. Ancak, sosyal medyada ve toplum içerisinde bu kararın nasıl algılandığına dair tartışmalar halen sürmekte. Birçok kişi, Narin Güran’ın ölümünü ve bu süreçte yaşananları sorgularken, aynı zamanda adaletin ne ölçüde sağlandığına da dikkat çekiyor. Özellikle kadın cinayetleri ve kaybolan kadınlar meselesi, Türkiye’de giderek artan bir sorun haline geliyor.
Bu dava, sadece bir mahkeme sonucundan ibaret olmayıp, aynı zamanda toplumda var olan cinsiyet eşitsizliği, aile içi şiddet ve kadınların korunmasına yönelik önlemlerin yetersizliği konusunda da önemli bir tartışma başlattı. Narin Güran’ın ölümü, kadın cinayetlerine karşı verilen mücadele ve toplumsal bilinçlenme açısından kritik bir örnek oluşturmakta.
Gelecekte, davanın sonuçları ve sanıkların talepleri, toplumsal duyarlılığın nasıl şekilleneceğini etkileyecek. Narin Güran davası, sadece bir bireyin hayatının sona ermesi olarak değil, aynı zamanda sistemin nasıl çalıştığı ve bireylerin adalete erişimindeki engeller açısından da dikkatle incelenmesi gereken bir durum olarak kalacak. Bu tür davaların, toplumsal değişim ve hukuksal reform çağrısını daha da güçlendirmesi bekleniyor.
Sonuç olarak, Narin Güran davası ve onun çevresindeki tartışmalar, toplumun her kesiminde yankı bulmuş ve kadın cinayetlerine karşı verilen mücadelenin önemini bir kez daha gündeme taşımıştır. Adaletin tecelli etmesi ve benzer olayların yaşanmaması için daha fazla çalışmaya, hukukun üstünlüğüne ve toplumsal bilince ihtiyaç vardır.